YANILSAMA
24 Ocak 2021 Pazar
YANILSAMA
8 Ocak 2021 Cuma
KOYNUMA DÖKÜLEN ALEV DOLU BİR KÂSE
Birkaç kutu bira alıp manzarası nefis Cihangir Roma Merdivenlerine çöktüm. Gök de deniz de solgun ve uzak bir maviliğe gömülü. Kedilerse hayli ürkek. Biralarım bitince hemen komşu basamaktaki öğrencilerden şarap takviyesi yetiştirildi. Gençler çakır ve keyifleri yerinde. Birlikte epey bir lafladık.
Yaşlı bir hanımefendi gayet narin hareketlerle arada durup soluklanarak aşağıdan doğru çıkıyor merdivenleri. Solgun bir karanfil gibi eğilmiş ince bedeniyle aramızdan tül gibi geçerken, ‘iyi günler çocuklar,’ dedi, kibarca. Işık gibi bir kadın.
-”Size de, efendim.”
– Ha? Ne? Nasıl?
- Na’pıyorsun burada? Takılsana bize !
- ...
BENİM SAADETİM HIRPALAMAZ EVRENİ
Çocukların tatlı sesleri eşliğinde enerjik bir halde uyandım bu sabah. Dışarıdan kuş cıvıltıları geliyor, güneşse tuvalini sarıya mı turuncuya mı boyamakta karasız henüz. Bedenimin içinde vahşi ama dingin bir hayvan gibi rahatım. Yüzüme çarptığım serin su da çok iyi geldi, daha bir dinç hissetmemi sağladı. Ey, Ab! Her halin ne aziz senin…
‘Herkes Öldürür Sevdiğini…’
Sonra ansızın bir dalgalanma oldu havada. Yüksek promilli serseri bir rüzgârın savurduğu tüllerin arasından paçavralara sarılı bir kol uzandı ve bir zarfı odamın ortasına doğru fırlatıverdi.
” Sevgili, Ümit...
*
BU DÜNYAYI PERİŞAN ETMEYECEK KADAR MERHAMETSİZ DEĞİLİM
Doyumsuz şehveti yüzünden saygınlığını yitiren göksel bir mahlûkun inlemesi geliyor geceden ve yalnızlığın evlatları dolanıyor etrafta.
“Zor zamanlar geçirmezsen insan doğasına dair bir şeyler öğrenemezsin,” diyen melek, bir cam gibi kırıyorsun kalbimi.
Çay koyacağım ocağa…
Çaydanlığı dolduran suya bakarken aklıma takılıyor. Bir şeyi, bir şey yapan nedir?..
O, nedir?
Gözlerimi yumuyorum. Üzgün kara saçların rüzgârla dalgalanıyor. Güzel ve narin yüzün yalnızlıkla sarmalanmış, görüyorum.
Adım, Ari Ben-Zion ve karanfilleri yolanların kanıyla sarhoş olsun istiyorum ellerim.
Yüzümün her santimini şefkatle öpen bir kadın gibisin gece ve kızların ne güzel…
Regulus, Denebola, Leonis yıldızları, Satürn’ün uydusu Enseladus!
Adım, Ari Ben-Zion ve altının, imgeseli biçmesine estetik bir ruh daha ne kadar razı olabilir, bilmiyorum.
Çayım demlendi…
Âşıkların terli bedenleri birbirlerinin üzerinde… Ne trajik bir görkem.
Başıboşlara ve talihsizlere nazik ol lütfen, melek. Karanlık gözlerin şüpheyle titrese de.
Çayımı tazeliyorum…
Adım, Ari Ben-Zion ve acımasız güzelliğini istiyorum dünyanın ve duman ve kül oluyor bulduğum, Tatlı William Çiçeğim gülümserken bana.
Dinle, küçük aziz İkbal Masih!..
Bak, bir horoz ötüyor geceden sıkılmış. Sana selam gönderiyoruz.
Her şey sükûnete erecek bilinçdışı soylu bir şekilde geri döndüğünde, inan.
Adım, Ari Ben-Zion ve insanın bilmediğini arıyorum.
Çayım bitti.
7 Ocak 2021 Perşembe
KENDİ İÇİNE ÇÖKEN BİR GEZEGENİN SON IŞIKLARINI AYAKLARININ ALTINA SERDİM
Birisine ne yapar ne eder nefretini kazanabilirsin, peki sevmesini sağlayabilir misin, Cecilia? Namümkün tatlım, saf olma.
Nedir ki yaşama hırsı? Hırsı nedir yaşamanın? Canlı denebilecek her varlıkta fabrika ayarıdır o zaten ve gayet aleladedir, -nesini beğeneyim bunun? Hem küçük bir evrenim var benim, öyle ki gözlerimi bile tam açamam kirpiklerim çarpmasın diye yıldızlara. Kansızlığına çare olarak kırmızı et ve siyah bira içmeyi salık veren o doktor sanırım Kötülük Çiçekleri’nin görkemli şairine de aynı tavsiyeyi vermişti. Brüksel kışının ortasında tek başına yaşamaya çalışırken sağlığı bozulmuştu onun da. Ne dersin, Cecilia? Sen de böyle dizeler yazabilirsin belki:
”Sadık ve şen bir melek gelip uyandıracak
Buğulu aynaları ve ölmüş alevleri.”
Cecilia! Şili haritası gibi ince ve zarifsin. Kalbin papatyalar ve mavi kuşlarla dolu bir bahçe. Berrak gözlerin bal gibi tap tatlı.
Bak, sana ne diyeceğim: En güvendiğin insanlar seni darmadağın bir halde ölüme terk edebilir.
Ama sen beni hep inci dişlerini öperken hatırla, lütfen. Ve hisset aşkımın üstüne dur duraksız yağdığını.
Stan Getz’in Autumn Leaves yorumunun üstüne yok, dersem gözüne girer miyim, ışık saçan yosun yeşili saçları ile dokuz müzün ve bir sürü ıvır zıvırın tanrısı Apollon’un?
”Ben ilerledikçe benimle dalga geçen işaretler,” diye yazan James Joyce, gözlerinin günden güne bozulduğunun farkındaydı sanırım. O ‘işaretler’ retinandaki lekeler, Sör. Fas ipeğinden gömleğimi giyip her çeşidinden papağanlar ve güzel kadınlarla dolu bir barda Valerie Solanas’la kafaları çektik. Çok sonraları tost yemek için girdiğim bir büfenin TV’sinde gördüm ki, gidip şu gümüş robot Andy Warhol’ü mıhlamış!
Elinde olmadan, içinde tuhaf acıların oluştuğunu duyumsar mısın, Cecilia? Ama hiç vakit kaybetmeden şakalar, gevezelikler fırtınasını devreye sokarız ki çarpmaya devam etsin kalplerimiz. Her gün yaralı bir filin azgın öfkesini enjekte ediyorum damarlarıma. Yoksa kahve fincanımı kaldıracak, at sırtında And dağlarını aşacak gücü nasıl bulurdum kendimde, öyle değil mi?
Yalnızlık içindeki yoksulları görmekten neredeyse erotik zevk alan hödük bir zenginin viskisine arseniği ekleyen kutsal eli öpüyorum. Dünyayı bir Arkadiya’ya dönüştürecek gücün parçası olmak istiyorum. Kudurmuş atlar gibi ter içindeyim, Cecilia. Biz sevişirken beni Pan gibi çizsin, Picasso.
‘acıyı alırsın
alırsan beni”
Yukarıdan bakan kartal.
KOR EJDERLERİN KANAT ÇIRPTIĞI
Mahallemizin mümtaz bir ‘delisi’ var. Biz ona, ‘Edip’ deriz, ‘Deli Edip’. Gerçek adı bilinmez, kendisi de söylemez. Edip, deriz, çünkü çoğu zaman yaptığı gibi ellerini ardında bağlayıp hızlı hızlı yürümediğinde, bir köşede defterlerine bir şeyler yazarken görürüz kendisini, -cepleri defterlerle doludur. Büyük bir kıskançlıkla da gizler yazdıklarını.
Geçen gün yanımdan geçerken ceket cebinden bir yaprak düşüverdi önüme… Ardından seslendiysem de aldırmadı, fırtına gibi geçti gitti. Bu durum doğrusu işime gelmedi değil. Sevgili Edip’imiz ne yazmış diye hemen bir göz attım, ama hiçbir şey anlamadım doğrusu: