Mahallemizin mümtaz bir ‘delisi’ var. Biz ona, ‘Edip’ deriz, ‘Deli Edip’. Gerçek adı bilinmez, kendisi de söylemez. Edip, deriz, çünkü çoğu zaman yaptığı gibi ellerini ardında bağlayıp hızlı hızlı yürümediğinde, bir köşede defterlerine bir şeyler yazarken görürüz kendisini, -cepleri defterlerle doludur. Büyük bir kıskançlıkla da gizler yazdıklarını.
Geçen gün yanımdan geçerken ceket cebinden bir yaprak düşüverdi önüme… Ardından seslendiysem de aldırmadı, fırtına gibi geçti gitti. Bu durum doğrusu işime gelmedi değil. Sevgili Edip’imiz ne yazmış diye hemen bir göz attım, ama hiçbir şey anlamadım doğrusu:
”Yazamıyoruz. Şu anki vaziyetin dilini bulamıyoruz. Elimizdeki dil kısır, heyecansız, eprimiş, kullana kullana cılkı çıkmış, verimsiz, boğucu, bunaltıcı, kendi içine çökmüş, geçersiz, karşılıksız, heyecansız, ilk cümleden sonu belli, umut ve yaşam katili!
Ancak kıt beyinlerin, zevksizlerin, düşük beğeni sahiplerinin övdüğü, acınası bir dil!.. Bilinçaltına değin sıradanlığa batmışların alkışladığı…
Anlatılanlar da sunta tadında. Sıkılmış, hayattan zevk almıyormuş, yalnızmış, sevişemiyormuş, insanlar kötüymüş, anlamsızmış, hayat seçtiklerimizmiş… Mış mış da miş miş !
Uykulu, pasif, plastik çiçek kokulu, sifon sesli, tiksinç bir mıy mıy senfonisi!.. Bunları yüzeysel romantikler de diyordu, bungun varoluşçular da!
Bir başka cenah… Fecr, nefs, keyf, bereket, hikmet, gönül, şems, resm, edep… Benzerlerinden ekle on tane daha.
Bu kelimelerden oluşmuş ağdalı ağdalı, birbirinden boğucu kombinasyonlar. İniltilerle dolu, köhneliğin, mezarlık sislerinin, tahtakurularının yediği mobilyanın, ‘oturduğum yere gömün beni’nin dili! Hep dizlerinin üzerinde, gözü hep ölümde, hiçliğe endeksli…
Oysa ki bambaşkanın eşiğindeyiz…
Tahmin bile edemeyeceğimiz, ancak fantastik-bilimkurgu ile spekülasyonlar yapabildiğimiz, dünya çapında bir değişimin, insan türünün evriminin bir başka eşiğindeyiz. Belki de besin piramidinin en tepesindeki yerimizden itileceğiz, yarattıklarımız tarafından.
Bunu bize kemiklerimize kadar kavratacak; yeninin, gümbür gümbür gelmekte olanın, varlığın vitrinini yeniden ve daha güçlü ve coşkuyla parıldatacak olanın dilini araştırmalıyız. Volkanlar gibi harikulade ürkünç, ustura gibi keskin, şahin gözü gibi berrak, damarlardaki kanı bile buharlaştıran, kasları nükleer enerjiyle dolduran, göktaşları gibi dinamik, beynimizi uzaya dağıtan, kara boğalar gibi güçlü, Jüpiter ovaları gibi kapsayıcı, yalımlar içinde, alabalıklar gibi tutkulu, soğuk okyanusların acımasız dalgalarınca dinç bir dil gerek bize, -içinde utkuya hedefli kor ejderlerin kanat çırptığı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Kendinize yazılmasını isteyeceğiniz nezih bir üslupla.