27 Kasım 2021 Cumartesi

Cecilia, aşkım, kanım sert akar benim!

Evren ve yaşam hakkında oluşturduğumuz bütünlüklü bilginin gündelik kavrayış gücümüze katkısı nedir ki, Cecilia? Mevsimlerin birbirini takip edişi, şu anki yaşımın bir sonraki yaşıma yerini kolayca bırakışı, gece ve gündüz, aşk ve nefret, enerji seviyesini değiştiren elektronlar, yukarı çıkan aşağı inen spiraller, bilinçaltı ve onun tüm ruhumuza sahip oluşu, iç içe geçen terli bedenler, Methuselah yıldızının çok renkli ve parlak gülüşü, varlığın yanıp tutuşan çarkları, Ay'ın karnına gömülen kentler, Odd Nedrum'un resimleri, sağa sola saçılmış kederli kediler, kibar ve kaygısız ruhların usulca göğe yükselişleri, içimizi kemiren ateş, temkin ve teslimiyet... Tüm bunlar aciz zihinlerimizde Dünya'nın bir düzeni olduğunu varsaymamıza neden olur.

Cecilia, aşkım,
kanım sert akar benim!

17 Eylül 2021 Cuma

ACIDIR LİRİ DÜŞÜŞLERİN

Atladım mı itildim mi farkında değilim. Eşyanın özündeki yalın içtenliği ararken geldi başıma her şey. Karanlık deneyimler arayan pek çok ruhun arasından sıyrıldım, algı dışına aktım. Bir şeyi yaşıyor olmak açıklama gücü vermez yağmur gözleri puslu olan. Kumsala bu vuran ne acıklı ve sessiz. Küf kokulu olan ne serin ve mavi. Atladım mı itildim mi farkında değilim. Güneşe uzanan vahşi çiçekler gibi uzandım boşluğuna senin.


29 Ağustos 2021 Pazar

GECE BİR KADIN GİBİ GÜLÜMSÜYOR

Kurtar beni
coşkun karanlığın parıldayan kızı
çoğunluğun çekildiği şeylere çekilmekten.

Sen, duyguların Babil Kulesi.
Parçalama beni.

Görkemin omurgamı titretirken
ve
boynunu kırbaçlarken dilim
kendimden geçmiş,
ak karnı yıldızlara
sürtündü bir albatrosun.


26 Haziran 2021 Cumartesi

Af Dileyen Bir Yakuza Gibi

Ne zaman kaldırımın güneşli tarafında yürüsem, parlak bulut sürüleriyle çevrilmiş bir Işık Üstadı ile karşılıklı göz kırparak selamlaşırız.


And dağları gibi görkemlidir bu üstat ve söylemekten bıkıp usanmadığı,
her şey ışıktır, ben de ışığım
her şey ışıktır, ben de ışığım
her şey ışıktır, ben de ışığım
terennümüyle yeri göğü sarsarak yürür de yürür.

Ardından bakıp, seslenirim:
Hey Üstat, ışıktan doğan ışık, parlak deniz!
Ben de kurt sürülerinden oluşurum, kaya yosunlarından, ıssız sahillerdeki deniz kabuklarından, rüzgârın şölenlerinden oluşurum, çığlardan ve parlak jiletlerden, çocukların ellerinden kaçan balonlardan, pırıl pırıl gergedan kemiklerinden, iri ellerini saçlarından geçiren bir ergenin heyecanından, kudurmuş kaplan dişlerinden, sonsuz zifiri boşlukta kıvılcımlar saçan gök taşlarından, bir Tanrı'yı göğü yukarı sererken gören gözlerden, karanlık bir sokakta bir köşeye büzülmüş minik yavru bir kedinin yaklaşan annesine sevinçli atılışından!..

Seviyorum onu ve mahvedeceğim onu.





12 Şubat 2021 Cuma

ÇİÇEKLERDEN YOKSUNSUN

Kendini ifade etmeyen bir yaşama hapsedilmiş, kalbinde değiştiremediği koşulların hüznü. Şarkısız, öpüşmesiz ve çiçeklerden yoksunsun.

Derin gözlerinde bakışların vahşi bir cangıla benziyor; içinde yetmiş panter solumakta...
Bir kanyonun dibinde çağıldayan turkuvaz renkli derenin köpüklerinden yapılmışsın, güneşle karılmış...
İzin ver gireyim içine titremek ve alevlerle kaplamak için her yanını...
Ve parçalayıp kafesleri
delirmiş kanatlarımızla yükselelim göğe, ey melek!
Sen,
okşanan toprak.

5 Şubat 2021 Cuma

GÖĞSÜMDEKİ KARGI

 'İnsan hayatı' denen olgunun ne olduğunu pek anlamış ya da çözebilmiş biri değilim. Kendimizi ansızın kan damarları, sinir ağları, kaslar, kemiklerle sarmalanmış halde ve diğer varlıklarla beraber, hem de yoğun bir itiş kakış içinde buluveriyoruz.

Bununla beraber, konu hakkında kırık dökük bir hissiyatım da oluşmadı değil... Sanırım, göğsümüze saplı kargılarla doğuyoruz.
Sonrasında, her temas ettiğimiz an birbirimizin kargılarını daha bir derinlere doğru itiyoruz, çekip çıkartmak yerine.
Bazılarımız -kaçınılmaz olunca- keyfe çevirmiş bunu... Derinlere iterken tuz da döküyor yaranın etrafına, ya da olumlamalar, şükürler eşliğinde gülümseyerek yapıyor yapacağını -onun da itiliyor kargısı durmadan başka ellerce.
Kendine biraz olsun şefkat duyanlar, bir duvara doğru hızla koşup kendileri hallediyorlar işlerini.
Aralarda, şişinmeler, nabız gibi atan libidolar, ah yalnızım'lar vesaire, vesaire, vesaire...

HAYATINI BEN MÜMKÜN KILIYORUM

 Hayatını ben mümkün kılıyorum, parıltıyla şahlanan !

Dünyayı canlı ve sevinçli tutsun istiyorum, görüntüm ve duygularım ve sözlerim. Aptallığın yıkıcı güçlerini derdest etmek. Yalnız olmadıklarını bilerek uyansınlar istiyorum, yeryüzü sakinleri.
Güzellik duygusunun işbirlikçileri işgal etsin tüm vorteksleri.
Hayatını... hayatını ben mümkün kılıyorum, parıltıyla şahlanan !
Görkemli olmak istiyorum, enerjiyle cıvıldamak.
Bir yolunu bul lütfen,
beni bulmanın.

24 Ocak 2021 Pazar

YANILSAMA

 YANILSAMA

Bir melek yükselmeden önce göğe
mücevher gibi parıldayan
turuncu bir kasımpatı
iliştirdi saçlarına.
Aşikârdı bunu
görmediğim.
Isınmasını beklerken
çorbamın,

küllük yapmıştım bir kavanoz kapağını sigarama.
Farkındaydım ter koktuğumun, açlığımın
Ve gayet basit dünyeviliğimin.

8 Ocak 2021 Cuma

KOYNUMA DÖKÜLEN ALEV DOLU BİR KÂSE

  Birkaç kutu bira alıp manzarası nefis Cihangir Roma Merdivenlerine çöktüm. Gök de deniz de solgun ve uzak bir maviliğe gömülü. Kedilerse hayli ürkek. Biralarım bitince hemen komşu basamaktaki öğrencilerden şarap takviyesi yetiştirildi. Gençler çakır ve keyifleri yerinde. Birlikte epey bir lafladık.
Yaşlı bir hanımefendi gayet narin hareketlerle arada durup soluklanarak aşağıdan doğru çıkıyor merdivenleri. Solgun bir karanfil gibi eğilmiş ince bedeniyle aramızdan tül gibi geçerken, ‘iyi günler çocuklar,’ dedi, kibarca. Işık gibi bir kadın.
-”Size de, efendim.”

  ‘Şarapçılarımla’ vedalaştım. Ufaktan çakırım. Severim bu kafayla dolanmayı… Dünyaya daha iyimser, daha ümitli bakıyorum, daha çok tebessüm ediyorum, insanlar daha bir iyi geliyor. Bilirsiniz... Her insanın içindeki hayvana iyi gelen yöntemleri vardır, kendince.
İstiklal’e bu kafada çıkıp, caddeyi doldurmuş insan nehriyle birlikte Tünel’e doğru aktım. Galata Kulesine inen yokuşun hemen başında, Mevlevihane’nin önündeki yüksek mermer basamağın boş olduğunu fark edince kaçırmadım bu fırsatı, oturdum.
  Genelde soluklanmak isteyenler yahut sokak müzisyenleri konuşlanır o basamakta, -boş bulmak zordur.
Karşımdaki müzik aletleri dükkânlarından gelen nağmeler kulağımda, her türden insanın dur duraksız gelip geçişini izlemeye vermişken kendimi, sessiz sinsi bir pars gibi yanıma sokulan gençten bir Roman kadın elimi teklifsizce kavrayıp yüzüne doğru çekivermez mi? Ne oluyor ne yapıyorsun derken, boştaki eliyle de fıstık yeşili gevşek bağlı başörtüsünü daha geriye kaydırıp, siyah kuzgun saçlarını çağıldayan bir ırmak gibi omuzlarından akıttı. Şöyle bir baktım… yaban gülleriyle bezeli elbisesinin içinde zarif, vahşi bir gelincik… Ben de hem nefesimi hem çenemi tutup, bu sihirli anın nereye varacağını izlemeye karar verdim, -umarım kılık değiştirmiş dişi bir peygamber devesi değildir, diye içimden geçirmedim değil-.
  Avuç içime bakan gözlerinde garip ışıltılar yandı söndü, elimi bir iki derece daha kuvvetli kavradı ve beni şaşırtacak denli yumuşak tatlı bir sesle sanki zihnimin içinde konuştu:
”Dışarıdan parlıyorsun, ama içinde dolmaz bir boşluk. Atlantis’i kuran düşen meleklerden birisin adeta, baş aşağı asılı. Zenon’un oku gibisin, asla hedefine varamayan. Ruhları ezen bir kentte sıkışıp kaldın. Alkol ve düşler beynini reçele çevirmiş ve göğüs kafesinde yalnız bir kuş, ağlar gibi ötüyor.”
Onu dinlerken damarlarımda sevinç mavi bir yunus gibi atıldı. Sözlerindeki kedere tezat, içimden yayılan bir hoşnutluk dalgası geniş daireler çizerek yayıldı ve ikimizi de sarıp sarmaladı.
– Çak bakalım bi beşlik !..
– Ha? Ne? Nasıl?
-  
Na’pıyorsun burada? Takılsana bize !
- ...
 
  Meğer, şaraplarına ortak olduğum öğrenci grubu Galata’ya inerken beni görmüşler, 'bizimkini' de alalım aramıza demişler.
Onlara sezdirmeden Roman kadına hızlıca bir bakındım hemen. Neredeydi? Kaybolmuştu…
Zihnimde bir gelincik imgesi, ‘şarapçılarımın’ şamatacı dost yüzlerine karıştım.


BENİM SAADETİM HIRPALAMAZ EVRENİ

  Çocukların tatlı sesleri eşliğinde enerjik bir halde uyandım bu sabah. Dışarıdan kuş cıvıltıları geliyor, güneşse tuvalini sarıya mı turuncuya mı boyamakta karasız henüz. Bedenimin içinde vahşi ama dingin bir hayvan gibi rahatım. Yüzüme çarptığım serin su da çok iyi geldi, daha bir dinç hissetmemi sağladı. Ey, Ab! Her halin ne aziz senin…

  Birkaç eş dost, tanıdık mesajı, birkaç telefon. Bayramın kutlu olsun, güzel geçsin, her şey gönlünce olsun, yüzümüz daha çok gülsün…
Birbiri ile itişen duygu hallerini de severim, öyle rahat durmam bir kararda. Tuncel Kurtiz’in babacan, dokunaklı sesinden hüzünlü bir Oscar Wilde şiiri ile dengeledim coşkumu. 
‘Herkes Öldürür Sevdiğini…’
”Korkaklar öpücükle öldürür
Yürekliler kılıç darbeleriyle”

  Sonra ansızın bir dalgalanma oldu havada. Yüksek promilli serseri bir rüzgârın savurduğu tüllerin arasından paçavralara sarılı bir kol uzandı ve bir zarfı odamın ortasına doğru fırlatıverdi.
Edip, bu! Parmağındaki iri mavi taşlı yüzükten tanıdım.
– Dur, Edip, bekle !
Kayboldu. Hava da gene aniden sakinledi. Penceremin tülleri az önceki karmaşadan şaşkın ama sessizce kalakaldılar.
Zarfı merakla açtım. Kırmızı bir mürekkep ile italik harfler kullanarak yazmıştı :

” Sevgili, Ümit...
Bunu sana yazmamın bir nedeni var, dostum.
Bununla beraber, şu bayram günü gereksiz bir meşguliyet verip vaktini çalmak da istemem, -affet.
Bilirim, halden anlayanlardansın sen de. Biz ikimiz, ruhu aynı maddeden örülmüşlerdeniz, bilirim…
Beni de hallaç pamuğu gibi atan, omurgamı tir tir titreten biri oldu. Kainatı bana veren, kemiklerimi çıtır çıtır çiğneyen biri…
Geçmişimin o günlerinde karaladığım uzun bir şiirimden bazı mısralar paylaşmak istedim seninle.
Gönderdiğin cigaralar ve kalemler için çok teşekkür ederim, var ol.
***
Çiçeklerin en sevdiği zamanlardı
Vivaldi’nin ‘Bahar”ı titreşiyordu yeryüzünde
Ve ben
Uzayımda yapayalnız
Savrulan bir göktaşı gibi rotasız
Gri ve ıssızdım.
Sürüklenip gidiyordum bilinmezin evreninde, fırlatılmış.
Derken,
-Nedendir bilinmez-
Bir kayraya layık gördü beni Yüksekler.
İçimde ansızın çatırdadı yer gök
Okyanusların dibi çalkalandı
Kırk bin boğa aynı anda boşaldı.
Sen, kozmik incim
Kalbimin ortasında infilak ettin.
İşte !
Aşkın dayanmıştı ruhumun kapılarına
Hannibal’in filleri nasıl dayandıysa Roma’ya…
El ele bindik
Kartal kanatlı arabasına
dünyanın.
Ben balık ellerini
Göğsümün ırmaklarında besledim
Sen öpüşünle parçaladın tüm organlarımı
Sonra yeniden şekil verdin bana
Orion’un turuncu göğünden yoğurup.
*
 Görüşmek üz’re…”

Ah, Edip! Mahallemizin İmrül Kays’ı !
Sen bir deli misin, imanım, yoksa gökten sürgün yemiş bir melek mi?